Nasreddin Hoca Fıkraları, halkımızın sorunlarını pratik bir biçimde çözerek, olaylar karşısındaki tavrını hiciv yeteneği ve kullandığı dil ile Anadolu insanının duygularına tercüman olmuştur. Nasreddin Hoca’nın temsil ettiği şey sadece basit bir kurnazlık değil; özenle işlenmiş zekânın ardında doğruyu, iyiyi ve güzeli savunan; sabır ve dürüstlüğü öğütleyen bir düşünce sistemidir. Nasreddin Hoca fıkralarının temel özelliklerinden biri de, sözlü geleneğe uygun olarak kısa, açık, yalın ve özlü olmalarıdır.
Nasreddin Hoca Fıkralarından Seçmeler Kitap Özeti
Bu fıkralar, Türk halk söyleyişlerini yansıtan zengin bir kaynak olarak nitelendirilebilir. Diyaloglar, kısa ve öz bir şekilde ifade edilmiş olup, amaç sözü uzatmadan anlatmaktır. Nasreddin Hoca’nın ağzında, etkili ve öğretici sözler kalıplaşmıştır. “İpe ur sermek”, “bindiği dalı kesmek”, “kazın ayağı”, “kuşa benzemek”, “yt kürküm ye” gibi ifadeler, birçok fıkra içinde özlü söz veya deyim olarak kullanılmıştır. İnsanların ibret alabileceği konular genellikle sembollerle anlatılır; “Ye kürküm ye, kürküm esk sözüm geçmez” ifadeleriyle toplumun gerçeğe değil dış görünüşe önem verdiği eleştirilir. “Kazan doğurdu, kazan öldü” fıkrası ise çıkarını koruma uğrunda tabiatın kanunlarına karşı gelmeyi eleştirir.
Nasreddin Hoca’nın fıkralarında halka öğüt veren yaklaşımlar da bulunmaktadır. Türk milletinin birçok meseleyi Nasreddin Hoca’nın diliyle ifade etmeyi tercih etmesi, onun akıl ve zekasıyla ilgili konuları değerlendirmesi, eleştirmesi ve ciddiye alınması gereken bir konu olarak görmesi, ortak bir gücün ifadesidir. Bu ortak güç, Nasreddin Hoca’nın şahsiyetinde şekillenen Türk düşüncesi, dünya görüşü, insan anlayışı ve toplum hayatındaki olaylara karşı tavır ve tutumlarıyla birlikte fıkralara da yansımıştır.
Nasreddin Hoca’ya atfedilen fıkralar, Türk düşüncesinin olukları gibi, çeşitli ifade kalıplarına sahiptir. Bu nedenle Nasreddin Hoca, sadece bir fıkra tipi olmanın ötesinde, Türk düşüncesini, dünya görüşünü ve insan anlayışını en iyi şekilde ifade eden bilge bir figürdür.
NASRETTİN HOCA FIKRALARI’NDAN SEÇMELER:
Utancımdan Saklandım:
Nasreddin Hoca’nın evine bir gün hırsız girmiş. Hoca dolabın içine saklanmış. Hırsız, evin içini, dışını iyice aramış ancak çalacak, işe yarar bir şey bulamamış. Bu sırada bir şey bulma umuduyla dolabı açan hırsız içeride saklanan Hoca’yı görmüş ve birden şaşırarak :
– Sen burada mısın?
Hoca, evet demiş, “Çalacak bir şey bulamayacağını biliyorum da utancımdan saklandım.”
Papağan:
Nasreddin Hoca pazarda dolaşırken renkli bir kuşun on iki altına satıldığını görürmüş. Bu durum karşısında şaşıran Hoca yanındakilere sormuş:
– Bu kuş niçin bu kadar para ediyor?
– Bu papağandır, konuşur.
Hoca hemen evine gitmiş, hindisini koltuğunun altına alıp pazara getirmiş.
– Hoca’m bu hindi kaç para ? diye sormuşlar.
– On altın, demiş. Herkes şaşırmış:
– Bir hindi on altın eder mi?
– Görmüyor musunuz, papağanı on iki altına satıyorlar.
– Ama Hoca’m onun marifeti var, insan gibi konuşuyor. Senin hindi ne yapar ki?
– O konuşursa bu da insan gibi düşünür!
İpe Un Sermek
Bir gün komşusu, Hoca’dan urgan istemiş. Hoca içeriye girip çıkmış:
– İp boş değil, demiş. Hanım üstüne un sermiş. Komşu;
– Bu nasıl iş Efendi, demiş. Hiç ipe un serilir mi?
– Serilir elbette, vermeye gönlüm olmayınca ipe un da serilir.
Ayı Kurtardık
Hoca bir akşam su çekmek için kuyuya gider. Kuyunun kapağını açınca bir de ne görsün, kuyunun içinde koskoca ay… “Eyvah, ay kuyuya düşmüş hanım, koş çengeli getir, ay kuyuya düşmüş!” diye seslenir. Hanımı koşar, çengeli getirir Hoca, çengeli kuyuya atar, sallar sallar tutturamaz. Nihayet çengel bir taşa takılır. Hoca kuvvetle çekerken çengel kopar, kendisi de sırt üstü yere düşer. Göğe bakar ki ay gökyüzünde. “Oooh, çok şükür, düştük ama ay’ı da kuyudan çıkardık!”
Timur’un Filleri
Timur, Akşehir’e bir erkek fil getirmiş. Başıboş gezen fil, ekili alanları silip süpürmüş, bağlara bahçelere zarar vermiş. Üstelik, yiyeceğini de Akşehirliler sağlıyormuş. Kısacası, fil şehrin başına bela olmuş.
Sonunda Akşehirliler Hoca’ya gidip;
-Hoca Efendi Timur’a ancak sen söz geçirebilirsin. Şunun bir çaresine baksan.
– Haklısınız, yarın benimle birlikte on-on beş kişi gelsin, hep birlikte gidip Timur’a derdimizi anlatalım.
Ertesi gün Hoca önde, diğerleri arkada, yola koyulmuşlar. Fakat yol boyunca gruptakiler birer ikişer ayrılmış. Timur’un otağına yaklaştıklarında Hoca dönüp ardına bir bakmış, kimse yok… Hepsi korkudan kaçmışlar. Timur’un yanına gelen Hoca:
– Efendim, biz Akşehirliler getirdiğiniz fili çok sevdik. Ama hâline acıyoruz. Zavallı hayvan tek kaldı. Akşehirliler bir de dişisini getirtmeniz için beni yolladılar.
Timur bu sözlerden hoşlanmış;
– Akşehirlilere selam söyle, isteklerini yerine getireceğim.
Hoca oradan çıkıp kendisini dört gözle bekleyen Akşehirlilerin yanına varınca;
– Muştular olsun! Belanın dişisi de geliyor!
Ah Gençlik
Hoca bir gün ata binmek istemiş. Hayvanın boyu epey yüksekmiş. Hoca bir türlü atin üstüne sıçrayamamış. Yanındakiler duyacak şekilde sesini yükseltip, söylenmiş:
-Ah gençlik ah! Gençliğimizde böyle miydik? Sonra sesini alçaltarak kendi kendine mırıldanmış:
– Ben senin gençliğini de iyi bilirim Nasreddüinn!
Ya Tutarsa
Hoca bir gün biraz yoğurt mayası alıp Akşehir Gölü’ne gitmiş, mayayı göle bırakmış. Birisi bunu görüp sormuş:
– Ne yapıyorsun öyle Hoca?
– Hiç, göle maya çalıyorum. Adam şaşırıp kalmış:
– Hoca’m hiç göl maya tutar mı?
– Ben de biliyorum tutmayacağını. Ama ya tutarsa?
Tarifi Bende
Günlerden bir gün Hoca’nın canı ciğer istemiş. Kasaptan ciğeri alan Hoca evine giderken dostlarından birine rastlamış. Adam:
– Hoca’m o ciğeri nasıl pişireceksin?
– Bilmem.
Dostu, bir çeşit ciğer yahnisi tarif etmiş. Hoca:
– Bu uzun sürdü, aklımda kalmaz, sana zahmet bu tarifi bir kâğıt parçasına yazıver.
Hoca, tarifi cebinde, ciğeri elinde dalgın dalgın giderken bir çaylak süzülüp inmiş, ciğeri kapıp havalanmış. Hoca bir müddet koşmuş, bakmış ki koşmakla gökteki kuşu tutmaya imkân yok. Elindeki tarifi havaya doğru sallayıp çaylağa bağırmış:
– Boşuna heveslenme, ağız tadıyla yiyemeyeceksin, tarifi bende.
Kazan Doğurdu
Hoca bir gün komşusundan ödünç bir kazan ister. İşini bitirdikten sonra kazanın içine bir tencere koyup komşusuna götürür. Komşu, tencereyi görünce:
– Hoca bu nedir böyle?
– Sorma komşu kazan gebeymiş. Anlayacağın senin kazan doğurdu.
Bu duruma sevinen adam kazanı tencereyle beraber alır.
Bir zaman sonra Hoca, aynı komşusundan kazanını gene ister. Aradan epey zaman geçer; fakat bu sefer Hoca kazanı geri vermez. Sonunda komşusu Hoca’nın evine gidip kazanı ister. Hoca, üzgün bir şekilde:
– Aah komşum, başınız sağ olsun, kazan sizlere ömür…
– Aman Hoca’m ne diyorsun? Hiç kazan ölür mü?
– A komşucuğum, kazanın doğurduğuna inandın da öldüğüne mi inanmıyorsun?
İsa Ne Yer ?
Hoca, ramazan ayını geçirdiği köyde vaaz verirken bir ara Hz. İsa’nın göğe çekildiğinden söz etmiş. Camiden çıkınca yaşlı bir kadın yanma yaklaşıp:
– Hoca’m, İsa Peygamber göğe çekildi, dedin. Acaba o orada ne yiyip ne içer ?
Hoca da zaten köyde ilgisizlikten dertlidir:
– Bre kadın, günlerdir bu köydeyim, bir gün olsun şu zavallı Hoca ne yer ne içer demediniz de gökyüzünde Allah’a kavuşmuş peygamberin ne yiyip içtiğini mi soruyorsun!
Eşeğe mi İnanıyorsun Bana mı
Bir sabah komşularından biri Hoca’ya:
– Efendi, demiş, değirmene gidip geleceğim. Bugün eşeğini bana ödünç verir misin?
Hoca kestirip atmış:
– Evde değil.
Tam o sırada ahırdaki eşek anırmaya başlamış. Komşu:
– İşte bak eşek ahırdaymış. Yazıklar olsun komşu bir eşeği esirgedin benden.
Hoca sesini yükseltmiş:
– Yahu sen ne biçim adamsın? Ak sakalımla benim sözüme inanmıyorsun da eşeğin sözüne mi inanıyorsun!
Parayı Veren Düdüğü Çalar
Hoca pazara giderken mahallesindeki çocuklar etrafına toplanmışlar. Her birisi çarşıdan kendileri için bir şeyler almasını istemiş. İçlerinden bir çocuk da parasını vererek kendisi için bir düdük almasını istemiş. Hoca:
– Peki, peki getiririm, demiş.
Akşamüstü pazardan dönerken çocuklar Hoca’nın yolunu kesmişler. Hepsi siparişlerini sormuş. Hoca sadece para veren çocuğa düdüğünü uzatmış ve demiş ki:
– Parayı veren, düdüğü çalar!