Kiralık Konak, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun 1922 de yayımlanmış olan Osmanlı Devleti’nin çöküş dönemlerinde, İstanbul’da Batılılaşmanın etkisi ile geleneksel yaşam değerlerin, yaşam biçimlerinin değişimini ve çatışmasını anlatan bir romanıdır. 100 Temel Eserden birtanesidir
Kiralık Konak Kitap Özeti
Kiralık Konak’da Naim Efendi, büyük bir serveti olan ve hesaplı bir kişi olarak bilinen zengin biriydi. II. Abdülhamit döneminde devletin yüksek mevkilerinde bulundu ve birçok kez valilik görevlerinde bulundu. Naim Efendi’nin çocukluğu ve gençliği, İstanbul’un en kalabalık konaklarında geçti. Eğlenceli toplantıları, dostlar arasındaki sohbetleri ve misafirlere ziyafetleri çok seviyordu. Ancak, bir dönem geldi ki bu tür etkinliklerin hepsi yasaktı. Naim Efendi, yeni müziklerden ve şarkılardan zevk almanın yanı sıra son yıllarda yazılan ve konuşulan Türkçe’yi bile anlamaz hale gelmişti.
Beş yıl öncesine kadar Naim Efendi’nin yanında eşi Nefise Hanımefendi vardı ve yaşamı rahat ve huzurlu bir şekilde sürdürüyordu. Ancak Nefise Hanımefendi öldükten sonra kızı Sekine Hanım onun yerine geçti. Ancak Sekine Hanım, annesine hiç benzemeyen biriydi.
Naim Efendi’nin damadı olan Servet Bey, Düyunu Umumiye Müfettişlerinden biriydi ve Naim Efendi’nin saflığından yararlanarak konak içinde işleri istediği gibi yürütüyordu. Servet Bey’in oğlu Cemil ise henüz yirmi yaşında olmasına rağmen Beyoğlu’ndaki büyük lokantaların, gazinoların ve barların sadık müşterisiydi. Cemil’in birçok zevki vardı. Seniha adında bir kız kardeşi ise moda gazetelerindeki resimlere benzer bir görünüme sahipti. Körpe, ince ve çekici bir vücudu vardı ve sürekli olarak değişim içindeydi.
Seniha, her pazartesi çay günleri düzenlerdi. O günlerde Avrupa’nın kibar kadınları gibi güzel giyinir ve beşte konağın salonunda ziyaretçilerini ağırlardı. Seniha, salonun bir köşesinde halasının torunu Hakkı Celis’in kendisine okuduğu şiirleri dinlerken görünürdü. Seniha ve Faik Bey arasındaki ilişki diğer arkadaşları tarafından biliniyordu ve giderek daha fazla bir sevgiye dönüşmeye başladı.
Dört günlük ayrılıktan sonra Faik Bey bir sabah konağa geldi. Herkes hala uyuyordu. Saçları dağınık, yüzü solgun ve sakalları üç günlük bir tüy tabakasıyla kaplıydı. Seniha, Faik Bey’e “Ne oldu? Ne var?” diye sormak isteyen gözlerle ona baktı. Faik Bey sessizce hiçbir şey söylemeden duruyordu. Daha sonra Seniha, kardeşi Cemil’den Faik Bey’in kumar oynayarak 350 lira kaybettiğini ve paraya ihtiyacı olduğunu öğrendi. Cemil, parayı Seniha’nın büyükbabasından istemesini önerdi. Seniha bunun mümkün olmadığını söyleyince, Cemil, Seniha’nın elmaslarını rehin koymasını istedi.
Seniha dolabını açtı, bir çekmece çıkardı ve içinden birkaç mahfaza çıkardı. Ardından ağır bir şekilde düşünmeye başladı. Hayatın bir anlık hesaplaşmasıyla, dünyanın çıplak ve kaba bir yer olduğunu fark etti. Güzellik, hayal edilen bir şeydi, asalet ve zarafet ise insanın üzerine hafif bir cilaydı. Bir güzel yüzü iskelet gibi göstermek için iki gece uykusuz kalmak, bir sevgiyi bir alışverişe dönüştürmek için birkaç paket iskambil kağıdı, zarif bir adamı bir dilenciye çevirmek içinse 350 liralık bir borç yeterliydi. Seniha’nın kalbi bu bir günlük düşünce sürecinden sonra oldukça değişti.
Naim Efendi’nin konakları kiraya verilip Selma Hanımefendi’nin yanına taşınma fikri ortaya çıktığından beri, Naim Efendi’nin huzuru ve rahatı bozulmuştu. Selma Hanımefendi kararında çok kararlıydı ve onu durdumak imkansızdı. Naim Efendi ise “Burada doğdum, burada yaşadım, burada ihtiyarladım! Nasıl bırakıp gidebilirim?” diye düşünüyordu. Selma Hanım ise “Burada yalnız fareler ve örümcekler arasında yapayalnız ölürsün. Benim yanımda, gözümün önünde ölürsün” diyordu.
Konak, Naim Efendi ile birlikte her gün biraz daha harap oluyordu. Zili bozulan sokak kapısı ağır bir şekilde tokmaklanıyor ve birçok gıcırtıyla açılıyordu.