Çankaya, Falih Rıfkı Atay‘ın Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşadıklarını ve Türk Kurtuluş Savaşını anlattığı anı türündeki eseridir.
Çankaya, Falih Rıfkı Atay’ın, uzun yıllar boyunca Atatürk’ün yanında yer almış bir dostu olarak kaleme aldığı özel bir eserdir. Yazar, okuyucuyu adeta o dönemin atmosferine taşırken, eserin akışını biyografi sınırlarının ötesine taşıyan bir anlatım tarzını benimser. Kitap, Falih Rıfkı’nın kendi gözlemlerine ve yaşantılarına dayanarak ilk ağızdan anlattığı anılar ve anekdotlarla zenginleşmiştir. Çankaya, Atatürk’ün hayatının önemli devrelerini dokuz bölümde ele alır: Mustafa Kemal, 1881-1914, 1914-1918 Çökme Gerilla Devri, Ordu Devri, Yeni Devir Kemalizm, Atatürk’ün Son Yılları, Anı ve Fıkralar.
Çankaya Kitap Özeti
Mustafa Kemal’in doğumu, sonraki okul hayatı ve ilk kıta deneyimleri anlatılırken, Osmanlı Devleti’nin sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel yapısına dair etkileyici ayrıntılara olayların akışı içinde değinilmektedir. Ayrıca Rüştiye, İdadi ve Harp Okulu’na girişi detaylı bir şekilde ele alınmakta, bu okullardaki başarısı ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. Mustafa Kemal’in İdadi’de Fransızca öğrenme azmi, okulda şiir, edebiyat ve hitabete olan ilgisi, hem onun bilinçli, şuurlu ve öngörülü bir kişiliğe sahip olduğunu hem de dönemin eğitim anlayışını ve eğilimlerini yansıtmaktadır.
Mustafa Kemal, doğduğu günden itibaren tüm imparatorluğun çöküşünü gözlemledi. Bu kaotik dönemde doğması, onu geleceğe daha güçlü bir karakter olarak hazırladı. Küçük yaşta vatanını kurtarma arzusu, onu daha Harbiye’de okurken arkadaşlarıyla birlikte vatanı kurtarmanın yollarını düşündüğü ve hatta gizlice bir gazete çıkardığı noktaya taşıdı. Mezun olduktan sonra, arkadaşlarıyla gizlice görüşerek cezaevine gönderilen Mustafa Kemal, birkaç ay hapis yattıktan sonra okul müdürü Rıza Paşa’nın aracılığıyla serbest bırakıldı. Rıza Paşa’nın bilmesine rağmen onları kurtarması, dönemin atmosferini ve subayların asker üzerindeki etkisini gösteren önemli bir detaydır.
Ülke o dönemde çöküşün eşiğindedir; devlet kurumları düzgün çalışmamaktadır. İsmet İnönü’nün anlattığına göre, askerlerin terhis olabilmek için ayaklanmaları, maaşlarının gecikmesi nedeniyle yaygındı. Ordu içindeki düzensizlikler, subayların maaş tedariki ve terfilerle ilgili sorumluluklarını yerine getirmelerini zorlaştırıyordu. Ayrıca, subayların okuma yazma bilmeyen alaylı askerlerden ayırt edilememesi, ordu içindeki eğitim eksikliklerini ve çalkantıyı gösteren bir başka önemli unsurdur.
Mustafa Kemal’in direnci ve ordu politikadan çekilme konusundaki görüşleri, o dönemde ordu içindeki zorlukları ve politik bataklığı yansıtmaktadır. Enver Paşa’nın, Hafız Hakkı Paşa aracılığıyla Mustafa Kemal’in ileri gitmesine bir çözüm bulma önerisi de dikkat çekicidir.
Bu zorlu dönemde bir yandan ülke Balkan Savaşı’nın kirli lekesini yaşarken, diğer yandan sıradan insanların tercihini sormak bile dikkat çekici sonuçlar doğurmuştur. İttihat ve Terakki’nin mi yoksa Yunanlıların mı hükmetmesini istedikleri sorulan insanların tereddütsüz “Yunanlıların, elbette” şeklinde cevap vermeleri, o dönemin çalkantılı siyasi ortamını gösteren önemli bir ifadedir. Mustafa Kemal’in dehası, bu zorlukları gördükten sonra daha iyi anlaşılmaktadır.
Cihan Savaşında Atatürk – Çankaya
Atatürk, Filistin, Trablusgarp, Bingazi, Muş, Suriye cephelerinde ve daha sonra Anafartalar, Arıburnu, Sakarya ve Dumlupınar savaşlarında sürekli olarak etkileyici ve başarılı emirler vermiştir. Genç bir subayken katıldığı çeşitli eylemlerdeki ustalığı ve taktik yetenekleri, savaş alanındaki emirleri ve kazandığı zaferlerle, tarihin sayfalarına altın harflerle yazılmış bir komutan olduğunu göstermiştir; hem ülkesinde hem de Avrupa’da.
Atatürk’ün kaleme aldığı bir mizah öyküsü, askeri dehasının izlerini açıkça yansıtmaktadır. Ordu Komutanı Liman Von Sanders Paşa’nın telefon görüşmesi üzerine durumu ve alınması gereken tedbirleri değerlendirmek üzere yapılan konuşmada, Atatürk’ün kararlılık ve cesaretinin ön plana çıktığı görülür. O dönemde Anafartalar Grubu Komutanlığı’na atanması, basit olmayan bir sorumluluk olduğunu, ancak vatanı için yaşama kararı aldığı için üstlendiğini belirtir. Düşmanı geriletmek amacıyla planladığı saldırıyı bizzat yöneterek zafer elde eder.
Birinci Dünya Savaşı, Mustafa Kemal için bir dönüm noktası olmuştur; Çanakkale Savaşları’ndan sonra kendisi artık durdurulamaz bir komutan olarak kabul edilmiştir. Falih Rıfkı’nin anlatımına göre, Mustafa Kemal’in adı, İstanbul’un kurtuluş hikayesine karışmış ve Enver Paşa’nın rakibi olarak bilinmiştir. Samsun’a gitmesiyle başlayan kurtuluş mücadelesi, Türklüğün yabancı mandasına karşı direnme kararlılığını ve milli hedeflerin gerçekleştirilmesi için gösterdiği liderlik vasıflarını ortaya koymuştur. Kongrelerdeki zorlu koşullarda, Atatürk’ün liderliğinde Türk milleti, Rumların ve Yunanlıların baskısına karşı direniş göstermiştir.
Kurtuluş Savaşında Atatürk – Çankaya
İstiklal Mücadelesi, Meclis içinde yoğun ve zorlu şartlar altında geçmiş, ateşli tartışmaların sıklıkla yaşandığı bir ortamı kapsamıştır. Ordunun Sakarya Savaşı öncesinde tam anlamıyla başarılı olamaması ve Sakarya Nehri gerisine çekilme kararı büyük tepkilere sebep olmuştur. Mustafa Kemal, bu dönemde büyük sıkıntılar içinde, günlerce uykusuz bir şekilde çalışmıştır. Cepheden kaçan asker sayısı fazla olmuş, ancak Mustafa Kemal, her zaman umudunu yitirmemiş ve durumu her an kontrol altında tutmuştur. Sakarya muharebeleri sırasında yaşanan bir olayda, bir kibrit kıvılcımından ürken Atatürk’ün düşüp kaburgalarını kırması anlatılmaktadır.
Başkomutan olarak cephede bulunan Mustafa Kemal, sedye ile dolaştırılarak bir yerden bir yere taşınmaktadır. Bu esnada Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşa’nın durumunu değerlendirmek üzere Başkomutan’a ulaşmasını talep eder. Kemalettin Paşa’nın taarruza kalkamadığını ve emri doğru bulmadığını ifade etmesi üzerine, Mustafa Kemal sert bir şekilde karşılık verir ve taarruz olacağını belirtir. Bu karar üzerine kolordu taarruza geçer ve başarı elde edilir.
Sakarya’da yaşanan diğer bir olayda İsmet Paşa’yı telefonla arayan Yusuf İzzet Paşa, Mustafa Kemal’le görüşmek istediğini söyler. Telefonu Mustafa Kemal’e verilen İsmet Paşa, gizli emirlerin bildirilmediğini ifade eder. Bu duruma sinirlenen Mustafa Kemal, “Gizli emrim senin kemiklerinin orada gömülmesidir” diyerek hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır talimatını verir.
Sakarya’dan dönüşünde Çankaya’da, Mustafa Kemal, askerlik mesleğini en iyi yapabildiğini ifade eder. İki önemli şey bulduğunu belirten Atatürk, “hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır” ilkesini ve zaferin bir fikri kazandırdığı kadar değeri olduğunu vurgular. Türkiye’nin bağımsızlığının elde edilmesindeki iki önemli savaşın başkomutanı olarak, ordunun saldırı emri veremeyeceği düşüncesine karşı çıkar. Afyon’un Çay ilçesinde toplanılan mecliste yaşanan gerginlik sonrasında, saldırı kararı alınır. Atatürk, vekiller heyetini toplayarak saldırı kararına onları da dahil eder.
Mustafa Kemal’in öngörüleri, zaman zaman en yakın dostlarını bile şaşırtmıştır. Taarruz haberini aldığında İzmir’de olacakları öngören Atatürk, savaşın kazanıldığı, Trikopis’in kaçarken yakalandığı anı yaşar. Kendisine yöneltilen “Süngülerin parladığı yerde nerede idare ettiniz?” sorusuna, “İşte tam o süngülerin parladığını söylediğiniz yerde, askerlerin yanında idim” şeklinde cevap verir.
İnkilap Dönemi – Çankaya
Falih Rıfkı, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki devrim dönemini ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Meclis içinde kimse cumhuriyet teriminin dahi geçmesini istememektedir. Mustafa Kemal, İsmet Paşa ve arkadaşları sürekli olarak bu yapay durumun bir an önce sona ermesini talep etmişlerdir. Mustafa Kemal, bir gün bir Avusturyalı gazeteci ile karşılaştığında “cumhuriyet” kelimesi, parlamentonun ve İstanbul gazetelerinin içindeki özlemi uyandırmıştır. Atatürk’ün dehası, tüm muhalefete rağmen bu sorunu aşmayı başarmıştır.
Devrim niteliğindeki cumhuriyetin ilanından sonra, 29 Ekim 1923 ile 3 Kasım 1928 tarihleri arasında beş yıl bir ay süren bir döneme tanıklık edilmiştir. Ardından, tüm çabalar yeni düzeni toplumun her kesimine yaymıştır. 3 Mart, devrimin başlangıcıdır. Nisan 1924’te şeriat mahkemeleri kaldırıldı ve adaletin uniformitesi, öğretmenler birliği gibi düzenlemelerle sağlandı. Ağustos 1925’te şapkalar giyilmeye başlandı ve aynı yılın Kasım ayında tekkeler kapatıldı. Medeni Kanun, yeni bir toplumun temellerini attı ve 1928’de yapılan anayasa değişiklikleriyle ülke tamamen laikleştirildi; aynı devrim, Latin alfabesinin kabulü ile tamamlandı.
Atatürk’e göre, din meselesi çözülmelidir. Atatürk dönemi, laik bir yaklaşımı benimsemekteydi; laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması anlamına gelir. Falih Rıfkı, bu konuda “ilk günden itibaren laiklik ‘dinsizlik’ olarak sunulmuştur” der. Ancak halk, rahatlıkla camilere gidebilir ve dini görevlerini yerine getirebilirdi. Ancak devrimci din adamlarının yetiştirilmemesi nedeniyle, eski dini öğretmenlik, asla olmadığı kadar kaba, cahil ve bağnaz bir fanatizm halini almıştır.
Yazar, son bölümde Atatürk’ün anılarına ve fıkralarına odaklanarak onun sürekli gelişim arzusunu ve etrafındaki insanlarla olan sürekli fikir alışverişini vurgular. Ünlü akşam sofrası, şairlerden yazarlara, bürokratlardan askerlere ve doktorlara kadar herkesle dolup taşmıştır. Atatürk’ün adı, onu tanıyan herkes için bu sofra sohbetlerini anımsatmaktadır. Dostlarıyla akşamları sofra etrafında toplanmak ve uzun konuşmalar yapmak bir geleneğe dönüşmüştür. Ancak bu toplantılar genellikle keyif ve eğlence meclisine dönüşmemiştir. “Saatlerce ciddi konuları okur ya da yazardık. Zihni hiç yorulmazdı. Hastalandığı yıllara kadar şaşırtıcı bir hafızası vardı. Sentezci bir dehası vardı. Dağınık ve sıçramalı bir sohbetin ardından bile derleme yapar, mantıklı ve açık düşünce ürünleri ortaya koyardı. Alevli bir milliyetçilik, kararlı bir irade ve kendine güven duygusu, kişiliğini yönetirdi.
Atatürk, giyimine, evine ve eşyalarına düzen ve temizliğe büyük özen gösterirdi. Askerler arasında sivil kıyafete en önce adapte olanlardan biriydi. Evi asla “bekar” bir hava taşımazdı. Atatürk’ün çalışma gücü, insan gücünün ötesindeydi. Yüzlerce, binlerce belgeyi eski köşkündeki küçük çalışma odasında kişisel olarak düzenlerdi. Nutku genellikle kendisi dikte ederdi. Uzun saatler süren diktelere rağmen yazıldıktan sonra, yazarlar sekiz-on saatlik bir uykuya daldıklarında, Atatürk bir banyo yapar, giyinir ve akşam davetlilerine o gün yazdıklarını okumak üzere sofraya inerdi. Atatürk, sık sık kısa bir uykunun ardından çalışmalarına devam ederdi. Bu durum haftalarca devam edebilirdi.
Kitabın son bölümünde, Falih Rıfkı, Atatürk’ü belki de en iyi tanıyanlardan biri olarak onu anlamanın zorluğuna vurgu yapar ve şöyle ifade eder: “Gazi, araştırıldıkça yeni sırlarını açığa çıkar. Yaklaşılan bir dağ gibi büyür. Onu elimizle tuttuğumuzda, artık tamamını göremeyiz.”
1894 yılında İstanbul’da doğan Falih Rıfkı Atay, Darülfünun Edebiyat Fakültesi’ni tamamladı. İlk eserlerini 1911’de Tecelli ve Servet-i Fünun dergilerinde yayımladı. 1913’te Tanin gazetesinde gazetecilik kariyerine başladı. Birinci Dünya Savaşı’nda Cemal Paşa’nın yanında özel subay olarak görev yaptı. Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen yazılar yazdığı için Divan-ı Harp’te kınandı, ancak II. İnönü Meydan Muharebesi’ni kazandıktan sonra idamdan kurtularak Anadolu’ya gitti. 1923’ten beri Bolu ve Ankara milletvekilliği yapmaktadır. İzmir’in kurtuluşundan sonra tanıştığı Mustafa Kemal ile dostluk geliştirdi ve Atatürk’ün yanında uzun yıllar bulundu. “Atatürk Bana Ne Diyor” (1955), “Çankaya” (1961) ve “Neler Vardı”da o dönemi anlatır.
Çankaya, Falih Rıfkı Atay’ın Mustafa Kemal’in yakın bir arkadaşı olarak kaleme aldığı anılardır. Bu hatıralar, sadece Atatürk’ün hayatına değil, kurtuluş mücadelesinin nasıl uygulandığına da ışık tutan, Falih Rıfkı Atay’ın farklı bir bakış açısı ve özgün üslubuyla anlatılan bir eserdir. Mustafa Kemal’in özel hayatına dair birçok hatıra ve anekdot içerir; bunlar, onu daha iyi anlamamıza ve anlamamıza yardımcı olur. Falih Rıfkı’nın kendi ifadesiyle: “Atatürk’ü ve dönemini anladığım kadarıyla anlatmak istiyorum. Fıkralarla, anılarla gönlüme anlatmanın kolay bir yolu var!”
Çankaya’da vurgulanan bir diğer önemli nokta da sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik hayata dair bir fikir vermesidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde halkın hayatı, yaşam tarzı ve devlet kurumlarının yozlaşması, örneğin Milli Mücadele döneminde Atatürk’ün zorluklarını, kaygılarını ve insan üstü çabalarını okuyuculara hissettirdiği ölçüde çok net bir şekilde yansıtılmıştır. Atatürk’ün sabrı, sebati ve asla yılmama tavrı, okuyucuya aktarılmıştır.